Fazıl Say — Serhan Bali Polemiğinin Düşündürdükleri: Eleştirmen Kimdir?

Onur Bayrakceken
10 min readJul 20, 2022

--

Malum, sosyal medya yaklaşık bir haftadır Fazıl Say ile Andante dergisinin genel yayın yönetmeni Serhan Bali arasında geçen bir polemiğe sahne oluyor. Fazıl Say, Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli sanatçılardan biri. Bence ikinci cumhuriyetçi olsa, Kemalist olmasa, çok daha el üstünde tutulurdu. Neyse ki ikinci cumhuriyetçilik rezilliğine hiç bulaşmadı. Serhan Bali ise Türkiye’de ne kadar zor olduğunu benim de tecrübe ettiğim bir şeyi yıllardır ısrarla sürdürüyor: Bir müzik dergisi (hem de klasik müzik dergisi) çıkarmak. Aynı zamanda klasik müzik dinleyicileri arasında takip edilen bir müzik eleştirmeni kendisi. Eleştirmenliğini değerlendirebilecek klasik müzik bilgisine sahip değilim. Fakat Ukrayna — Rusya savaşının kültürel etkisi üzerine ideolojik bir tartışma yapmıştık kendisiyle (yine sosyal medya üzerinde). Rus sanatçılara yönelik kültürel pogrom konusunda son derece tutarsız ve yanlış bir tavır aldığı kanaatindeydim, hâlâ da öyleyim. Yine de bu Serhan Bali’nin Türk müzik camiasına önemli katkıları olduğu gerçeğini değiştirmez. İnanın, Türkiye gibi bir ülkede, büyük bir sermaye desteği olmaksızın bir müzik dergisini yıllarca çıkarabilmek mucizedir.

Fazıl Say ile Serhan Bali arasındaki kayıkçı kavgasına dönen polemik, aslında bir süre önce Feyzi Erçin’in Fazıl Say’ın Beethoven yorumculuğu üzerine Andante’de çıkan bir eleştirisine dayanıyor. Fazıl Say bu eleştiriyi beğenmemiş ve Feyzi Erçin’in yazısını “saldırgan” bulmuş, bunu da dile getirmişti. Böylece Fazıl Say ile Andante arasındaki bir gerginlik başlamıştı. Bir haftadır müzik dünyasının gündemini işgal eden polemik işte bu gerginliğin devamı.

Ben bu yazıda Fazıl Say — Serhan Beli (ve Feyzi Erçin) polemiğini tartışmayacağım. Öncelikle, klasik müzik yetkin olduğum bir alan değil. Ne Feyzi Erçin’in eleştirisinin seviyesini, ne Fazıl Say’ın reddiyesini ne de polemik boyunca sarf edilen müzik-içre sözleri değerlendirebilecek konumdayım. Ancak bu polemik, eleştiriye ve eleştirmene dair Türkiye’de hemen hiçbir şey bilinmediğini bir kez daha ortaya koydu. Bu yüzden, birkaç maddede “Eleştirmen kimdir?” sorusuna cevap vermek istedim.

Eleştiri nedir?

Eleştirmeni tanımlamadan önce eleştiriyi tanımlamakta fayda var. Türkiye’de insanlara daha çocuk yaşlarda renklerin ve zevklerin tartışılmayacağı öğretiliyor. Bu ahmakça bir şey. Bir kere, her şeyden çok renkler ve zevkler tartışılabilir. İki artı ikinin dört ettiğini tartışamazsınız ancak Orhan Pamuk’un iyi bir romancı olup olmadığını pekâlâ tartışabilirsiniz. Fakat renkleri ve zevkleri tartışmanın da iki çeşidi vardır: Öznel yargılarla tartışmak, nesnel yargılarla tartışmak.

Bunlardan ikincisine “eleştiri” diyoruz. Kültür — sanat eleştirisi, bir esere belirli bir metodolojiyle yaklaşarak ona dair nesnel yargılar üretme süreci olarak tanımlanabilir. Eleştiri süreci eseri çözümlemeye, analiz etmeye, onu tarihsel konumuna oturtmaya ve belirli ilkeler çerçevesinde onun kalitesini belirlemeye çalışır. Yani eleştiride “beğendim — beğenmedim” gibi öznel yargılar söz konusu değildir. Bunlar eleştirinin değil, olsa olsa yorumculuğun parçasıdır ki yine de kıymetlidir ancak eseri anlamaya çok da faydası yoktur.

Bir örnekle açıklayalım: Serdar Ortaç’ın “Binlerce Dansöz Var” şarkısını çok sevebilirsiniz. Günah değil, en doğal hakkınız. Beğenebilirsiniz de; ne kadar zevksiz olduğunuzu ispatlar ama yine hakkınız. Fakat eleştirmenseniz bu şarkıya belirli bir metodolojiyle yaklaşır ve ona dair nesnel yargılar ortaya koymaya çalışırsınız. Örneğin, teknik bazı ilkeler doğrultusunda armonik yapısını, prozodisini, ritmik yapısını falan değerlendirip bu şarkının neden iyi ya da kötü olduğunu ortaya koymaya çalışırsınız. Burada önemli olan, değerlendirme kriterlerinizi ortaya koymanız ve argümanlarınızı somut delillerle destekleyerek bu kriterler doğrultusunda geliştirmenizdir. Bir başka eleştirmen, bambaşka bir yerden, örneğin ticari başarı açısından şarkıyı değerlendirebilir. O da başka kriterler ve inceleme metrikleri kullanacaktır.

Eleştirmen kimdir?

Fikret Kızılok’un Zülfü Livaneli’nin “Karlı Kayın Ormanında” bestesine dair eleştirisini hemen herkes bilir. Bilmeyenler için videosunu buraya bırakıyorum.

Tarihini bilmediğim bu programın sunuculuğunu üstadımız Cem Karaca yapıyor. Fikret Kızılok, programa telefonla bağlanarak Zülfü Livaneli’nin ilgili bestesini yerden yere vuruyor. Ancak bunu yaparken iyi şarkının nasıl olması gerektiğine ve bir şiirin nasıl besteleneceğine dair belirli kriterler ortaya koyuyor. Ardından, Zülfü Livaneli’nin “Karlı Kayın Ormanında” bestesinin bu kriterlere uymadığını, şarkıda prozodi hatası olduğunu ve bunun da onu kötü bir beste yaptığını ifade ediyor. İşte bu, alelade bir yorum değil; bir eleştiridir. Zira Fikret Kızılok, katılın ya da katılmayın, meseleye metodolojik yaklaşmış ve şarkıyı kişisel zevklerden azade şekilde, teknik bakımdan değerlendirmiştir. Kızılok’un eleştiri illa doğru değildir ancak buna verilecek cevap “zevkler ve renkler tartışılmaz” hiç değildir çünkü Kızılok, burada, kimsenin zevkini yargılamamaktadır.

Peki, Fikret Kızılok bir eleştirmen midir? Elbette hayır. Kızılok burada eleştirmen tavrı sergilese de müzik eleştirmeni değildir. Öyleyse eleştirmen kimdir? Öncelikle, müzik eleştirmenliği bir iştir. Türkiye’de pek ciddiye alınmadığı muhakkak ama yurtdışında gerek klasik müzikler, gerek popüler müzikler konusunda uzmanlaşmış ve yaşamını bu işle kazanan birçok önemli müzik eleştirmeni vardır. Ted Gioia, örneğin, benim dikkatle takip ettiğim bir caz eleştirmeni ve tarihçisi. Bana kalırsa müzik eleştirmeni, ancak eleştiri yazıları yazan kişiye denir. Yazı, argümanları geliştirmeyi, daha ayrıntılı çözümlemeler yapmayı ve tutarlı yargılara varmayı mümkün kılar. Üstelik yazı, takip edilebilir; yani bir eleştirmeninin tutarlılığını yazılarında izleyebilirsiniz.

Demek ki eleştirmen şudur: Eleştiri yazan, belirli kriterlere sahip, eserlere metodolojik yaklaşan kimse. Bu kimsenin elbette müzik tarihi, sosyoloji, kültür tarihi gibi alanlarda temel bilgi — birikime sahip olması da gerekir. Aksi halde onu ciddiye almaya gerek yoktur.

Eleştirmenin rolü

Bir müzik eleştirmeni, müzik dünyasında nasıl bir role sahiptir? Sanıldığının aksine müzik eleştirmeni, müzisyene yol göstermeye çalışmaz (en azından çalışmamalıdır). Bu zaten manasız bir iştir zira sanat, zanaat değildir. Her sanat eseri kendine hastır ve onu üreten sanatçı onu öyle ürettiği için öyledir. Sanatçı onu başka türlü üretebilse ya da üretmek istese, o başka bir şey olurdu. Bu yüzden sanatçıya “Şöyle yapmalısın,” demek anlamsızdır. Daha doğrusu, eleştirmenin sanatçıya hitap etmesi anlamsızdır. Eleştirinin amacı üretilmiş bir eseri çözümlemek, onu tarihsel yerine oturtmak, ona müzik tarihi ve dinleyici nezdinde değer biçmek, dinleyici için eseri daha anlamlı kılmak olmalıdır. Bunu yaparken eleştirmen, sanatçıya ders vermeye kalkamaz; aksine, sanatçının bir şeyi neden yaptığını anlamaya çalışır ve yaptığı şeyi yanlış buluyorsa bunun nedenini açıklar.

Öyleyse diyebiliriz ki eleştirmenin asıl muhatabı sanatçı değil, dinleyicidir.

Sanatçının öfkelenme hakkı

Sanatçı, biraz çocuktur. Onun eserine burun kıvırırsanız, onun gerçekliğine burun kıvırmış olursunuz ve bu bir çocuğu çok kızdırabilir. Açmama izin verin: Sanatçı, yaşama bakar ve onu kendi düşün süzgecinden (düş gücünden ve ideolojisinden) geçirir. Bize sunduğu eser, yaşam yolculuğunun sanatçıya verdiği biçim ile düşün süzgecinden çıkan şeyin bir sonucudur. Bu yüzden, en realist ya da natüralist eserde bile biz sanat alıcıları, sanatçının gerçekliği yorumlama ve bazen dönüştürme şekline tanık oluruz. Bu, sanatçının dünyasıdır ve ona, onu nasıl yaratması gerektiğini öğretmek eleştirmenin işi değildir.

Tam da bu yüzden sanatçı, çoğu zaman eleştirmenden hazzetmez. Çünkü eleştirmen, onun eserini değerlendirirken ister istemez çeşitli yargılara varır ve sanatçı bunu kendi dünyasına müdahale olarak algılayabilir. Fazıl Say örneğinde Feyzi Erçin, eleştirisinde, Fazıl Say’ın Beethoven yorumculuğuna olumsuz bir eleştiri getiriyordu. Belirli kriterler dahilinde ve hemfikir olun ya da olmayın nedenlerini ifade ederek Fazıl Say’ın çalışında bir hezeyan saptıyor, bunu ortaya koyuyordu. Fazıl Say da buna cevap veriyordu. Ancak Fazıl Say, Erçin’in eleştirisini “saldırı” olarak almıştı. Bu yüzden eleştiriye aynı nesnellik ile cevap vermek yerine öfkeyle karşı çıkıyordu. Bu noktada insanlar ikiye ayrıldı: Fazıl Say’ı destekleyenler ile Fazıl Say’a tepki gösterenler. Bu ayrılık, geçtiğimiz günlerde Serhan Bali ile Say arasındaki polemikte daha da belirginleşti.

Bana kalırsa insanların ıskaladığı şuydu: Sanatçı öfkelenmekte haklıdır. Hem de her zaman. Sanatçı, eleştirmen gibi bakmadığı için sanatçıdır zaten. Eleştirmenin kusur kabul ettiklerini o, müziğinin bir parçası kılabilir. Ortaya çıkardığı iş, inşa etmek istediği dünyaysa sanatçı bundan tatmin olur. İşte buna yönelik bir eleştiri aldığında, eserine eleştirmen ile aynı gözden bakmadığı için, bunu saldırı ya da dar kafalılık olarak görebilir. Sanatçının bu tavrını doğal kabul etmek gerekir. En azından eleştirmenin, sanatçının öfkesini kişisel algılamaması ve onunla polemikten kaçınmasında yarar vardır.

Bakın, en iyi müzisyen otobiyografilerinden biri Miles Davis’in otobiyografisidir. Okumadıysanız mutlaka okuyun. Göreceksiniz ki bu kitapta Miles Davis, sürekli caz eleştirmenlerine çemkirir. Onların fikirlerini ciddiye almaz. İyi ki de almaz çünkü caz eleştirmenlerini ciddiye alsa belki Bitches Brew gibi bir albüm yapamazdı. Ancak müzik dinleyicisi eleştirmenleri ciddiye almalıdır çünkü iyi bir eleştiri, dinleyicinin, müziğin gelişimini ve bu örnekte Miles Davis müziğini daha etraflıca kavrayabilmesini sağlar.

Sanatçının gücü, eleştirmenin yarını

Jimi Hendrix, feedbackleri müziğine dahil ettiğinde eleştirilmişti çünkü o güne kadar feedback, yalnızca teknik bir kusur sayılıyordu. Hendrix’in feedbacki müziğinin parçası yapmasıyla beraber, teknik kusurlardan en azından bir rock’n’roll curcunası çıkabileceği keşfedildi. Bugün hiçbir müzik eleştirmeni ya da tarihçisi, Jimi Hendrix’in feedbacklerini kusur kabul etmiyor.

Bu, sanatçının gücüdür. Sanatçıyı olağanüstü kılan şey, onun her şeye kulağını tıkama fakat yine de kendini kabul ettirebilme, hatta sanatı değiştirebilme becerisidir. O, bir sihirbaz gibidir ve denklem basittir: İnsanlar numarasını yutarsa herkes onu alkışlar, yutmazsa alkışlamaz. Jimi Hendrix’e ya da Miles Davis’e dönersek, bu adamlar sihirbazdır. Teknik açıdan onlardan çok daha becerikli icracılar duymuş olabilirsiniz ancak bu adamlar müziği değiştirmiş, eleştirmenlerin bugününe kulak tıkayarak yarınını biçimlendirmeyi başarmışlardır. Tarihi kazananlar yazar denir ya; sanat tarihi için de durum böyledir aslında. Bazen birisi öyle bir imza atar ki eleştirmenler susmak, bakış açılarını ve kriterlerini değiştirmek zorunda kalırlar.

Tabii, burada bir ayrım yapmakta yarar var: İcracı ile besteci arasındaki fark. Özellikle klasik müziklerde, icracının, seslendirdiği esere ve teknik açıdan bazı doğrulara bağlı kalması beklenebilir. Seslendirdiği bestenin sınırları belli olduğundan, çalışında getirdiği yorum, besteye sadakat bağlamında kolayca olumsuz eleştiri alabilir. Hele büyük bestecilerin artık herkesçe ezberlenmiş eserlerini yorumluyorsanız, dinleyiciyi ikna etmesi de epey güç olabilir. Bu yüzden, en azından klasik müziklerde, icracı için tarihin ‘kazanan’ tarafında yer almak çoğu zaman mümkün değildir. Zira ondan beklenen, belirli kurallar sınırında kalarak eseri en doğru şekilde seslendirmesidir. Bestecinin özgürlük alanı daha geniştir. İyi bir besteciyi tarihin kazanan tarafında görmemiz işten bile değildir hani.

Hem haklı hem haksız olmak

Müzikte matematik vardır ancak müzik, matematik değildir. Müzik (ve sanat) bir nevi savaş alanıdır: Haklı ile haksız, doğru ile yanlış, iyi ile kötü, güzel ile çirkin burada birbirine karışır. Kesinlik söz konusu değildir. Bir eseri ya da akımı hakkıyla değerlendirebilmek için eleştirmenin bu savaş alanının her noktasına hakim olması gerekir. Aksi halde eleştirmen tekniğe boğulabilir ve müziğin kitleler üzerindeki etkisini ya da toplumsal kaynaklarını gözden kaçırır. Bu ise eleştirmeni, eseri etraflıca ele almaktan, onun gerçek değerini tespit etmekten ve onu hakkıyla çözümlemekten alıkoyar. Bunun sonucunda eleştirmen, sanatçıyla aşık atmaya kalkar; eleştirisi, eser ile mücadeleye dönüşür ve işlevini yitirir.

Şimdi, punk müziğini düşünün: Bu müzikte virtüözite dışlanmalıdır, çiğlik ve basitlik övülür falan filan. Şarkıların üç akordan oluşması övünülecek bir şeydir. Kayıt kalitesi dert değildir; aksine, kayıtların kendin-yap usulü alınması, büyük plak şirketlerine bulaşılmaması evladır. Punk’ın ideolojisi budur. Bu yüzden bir eleştirmen mesela The Exploited’ın şarkılarını, kayıtlarını çok yetersiz bulabilir ve teknik olarak haklı da sayılabilir. Ancak aynı zamanda haksızdır çünkü punk’ın ideolojisini göz ardı etmiştir. Böyle bir duruma düşmekten kaçınmak için eleştirmenin bütünlüklü bir bakış açısına sahip olması, tekniğe ve üsluba saplanıp kalmaması önemlidir. Eleştirmen, yalnızca eserin teknik yönünü değil; eserin ortaya konduğu dönemi, onun hitap ettiği kitleyi ve amacını da anlamalıdır.

Fazıl Say — Serhan Bali & Feyzi Erçin tartışmasında nerede durmalı?

Bir süredir müzik dünyasını sarsan Fazıl Say — Serhan Bali & Feyzi Erçin polemiği, sıkıcı ve naif insanlar tarafından üzüntüyle izlendi. Çok üzüldüler, kahroldular, dünya başlarına yıkıldı. Bu polemiğin pek sağlıklı yürümediği doğru. Doğru olan, başı sonu belli yazılarla, daha sakin düşünce süreçleriyle sürdürülmesiydi. Şimdi elimizde epeyce öfke var. İş kayıkçı kavgasına dönmüş durumda. Fakat ben bunun da çok kötü bir şey olduğuna inanmıyorum. Türkiye’de sanat ortamı herkesin birbirini övdüğü, herkesin her şeyden memnun olduğu çok sıradan bir hal almış durumda. Biraz öfke, sanatçının yaratıcılığını besler; biraz kavga, dinleyicinin seçiciliğini artırır, kulağını keskinleştirir. Yaratıcı güce dönüştürülebilen öfke, iyidir. Kavgadan da zarar gelmez. Bakın, bugün herkes klasik müzik konuşuyor, Beethoven tartışıyor, olanı biteni anlamaya çalışıyor. Fena mı?

Bununla beraber şunun altını çizmekte fayda var: Fazıl Say çok ama çok zor bir iş yapıyor. Başardıkları, geldiği konum, aldığı ödüller ve konser verdiği mekanlar, eserlerini seslendiren orkestralar… Bunlar pek az insana nasip olur. Özellikle son yıllarda Türk bestecilerini dünyaya tanıtan çalışmaları da takdire şayan. Klasik müziğin popüler bir ismi olarak Türkiye’nin dört bir yanında konserler vermesi de alkışı hak ediyor. Bugün Fazıl Say nerede konser verse ‘sold out’; bu bile başlı başına, hele Türkiye gibi bir ülke için önemli bir şeydir. Öte yandan, Serhan Bali de çok zor bir iş yapıyor. Türkiye’de müzik dergisi çıkarmak, üstelik bunu yıllardır düzenli şekilde sürdürebilmek, neredeyse mucize. Andante’nin belirli bir stili ve standardı da oluşmuş durumda. Yani, yalnızca Türkiye’de çıktığı için değil, bir tavrı olduğu için de takdir etmek gerek onu. Feyzi Erçin ise eleştiriye aşina olmayan bir ülkede eleştiri yazısı yazarak kimi fanatik dinleyicilerin tepkisini çekmeyi göz almış. Eleştirisi tartışılabilir, tartışılıyor da fakat beğeniye dayanan ve ne yazık ki eleştirmenlik sanılan yorumculuğun ötesine geçebildiği aşikar.

Eyyamcı gibi konuştum fakat niyetim ne şiş yansın ne kebapçılık değil. Adı geçenlerin hiçbiriyle dostluğum yok nitekim. Gerçi Feyzi Erçin, mezunu olduğum Boğaziçi Üniversitesi’nin hocalarından ama kendisinden hiç ders almadım. Şimdilerde Film Müziği dersini o veriyormuş; ben o dersi çok sevgili Ufuk Çakmak hocadan almıştım. O yüzden, kimseyi kırmamakla uğraşmıyorum. Zaten böyle metinlerde kırıcı olmayı tercih ederim; yazması daha zevkli oluyor… Fakat bu tuhaf polemikte dinleyicinin tavrı taraf tutmak olmamalı diye düşünüyorum. Fazıl Say’ı anlamak gerek. Büyük bir sanatçı tam da onun yaptığını yapar, eleştiriye karşı öfkelenirdi. Rahmetli Attilâ İlhan, dostu Asım Bezirci’nin eleştirilerine bile burun kıvırır mesela; yalnızca Fethi Naci’yi gerçekten ciddiye alır. Bu çok doğal bir tutum. İyi sanatçı, zor kabullenmeli ve kavga etmeyi sevmeli, gerekirse eserini savunmak için herkesin nefret nesnesine dönüşebilmelidir. Yok, savunamayacağı bir eser yaptıysa, onu niçin yayınladı ki? Sanatçının öfkesine kızmayalım. Ancak eleştirinin ne olduğundan bihaber, hayatında iki sayfa dergi okumamış, ‘star’ fanatiği dinleyici sürüsünün ortalığı velveleye vermesine kızalım. Serhan Bali, Feyzi Erçin ve Andante dergisi, dünyanın her yerinde yapılan bir şeyi yaptılar: Bir eseri eleştirdiler. Bu eleştiriye itiraz edecekseniz, bunun yolu “Siz kimsiniz de eleştiriyorsunuz?” demek değildir. Eleştirmenlik, tıpkı müzisyenlik gibi bir iştir ve ciddi bir çalışma, bilgi, gözlem gücü, yazarlık kabiliyeti gerektirir. Bu yüzden bir eleştiriye cevap verecekseniz, bu, eleştirinin argümanlarına yönelik olmalı. “Eleştiriyorsanız daha iyisini yapın,” gibi sığlıkları ise ciddiye bile almamak, bunu diyen insanlara embesil muamelesi yapmak hepimizin akıl sağlığı için daha iyidir. Çok meşhur bir söz var hani: Jokey olmak için önce at olmaya gerek yok.

Velhasılı kelam, kavga ederek kültür — sanat hayatımızı biraz renklendirdikleri için ben ben hem Andante taifesine hem de Fazıl Say’a teşekkür ederim. Andante ve ekibini, çok zor bir işi sürdürmekteki inatlarından dolayı ayrıca tebrik ediyorum. Fazıl Say’ı tebrik edecek zaten çok şeyimiz var ama eserine, çalışına, yorumculuğuna (artık her neyse) güvendiği ve onun uğruna kavga edecek kadar tutkulu olduğu için ayrıca tebrik ederim.

Tutkudan sapmayın, kolay beğenmeyin, beğenmemek için kılı kırk yarın ve sağlıcakla kalın.

Sign up to discover human stories that deepen your understanding of the world.

Free

Distraction-free reading. No ads.

Organize your knowledge with lists and highlights.

Tell your story. Find your audience.

Membership

Read member-only stories

Support writers you read most

Earn money for your writing

Listen to audio narrations

Read offline with the Medium app

--

--

Onur Bayrakceken
Onur Bayrakceken

Written by Onur Bayrakceken

literature, music, cinema & tv. sometimes politics and history too.

No responses yet

Write a response